1 Mart 2012 Perşembe

MustaFA ile Futbol Tutkusu Avrupa Yolcusu; 8. ve 9. Gün

Yazılma tarihi: 1 Temmuz 2010 @PCLionFC Blog

Merhaba,

Ocak ayında Uğur’la projemizi yazarken ortaya çıkan urunu metinlerle süslemek adına şöyle demiştik: “ Seneler sonra 2010 Dünya Kupası denince anılarımıza ‘Sene 2010; Barcelona’dayız. İspanya-Brezilya maçına dakikalar kalmış, biz iki futbol tutkunu La Rambla’da zar zor yer bulmuşuz, büyük bir heyecanla maçı bekliyoruz’ diye başlamak için… “

Ama bizim Futbol Tutkusu Avrupa Yolcusu “Sene 2010; Münih’teyim. Bir saat önce 30000 kişiyle izlediğim maçta Almanya İngiltere’ye 4 yapmış. Fakat ben nasıl hastayım, cepte de kalmış 20 Euro. Son çare memlekete dönmek. He bu arada son parama da kiydim ve Hofbrauhaus’ta Bavyera usulü yarim tavuk söyledim, tatlı mi tatlı. Türkiye sınırlarına ise cebimde demirlik 3 Euro ile girdim.” cümleleriyle anlatılacak.


Finalde esleşseler kimsenin “değiştir su kanalı, bu maçın tadı tuzu olmaz, Ask-i Memnu finalinin tekrarına bakalım” diyemeyeceği iki takimini mücadelesiyle bitti Futbol Tutkusu Avrupa Yolcusu. Projeye yazdığımız her şeyi birebir yerine getirmek adına 18 gün boyunca yalnız başıma binlerce kilometre yol yaptım. Tabii bu hiza ne benim bünye dayandı, ne de arka cepteki cüzdan… Münih’ten en ucuz uçak biletini bulduğum Dalaman Havaalanı’nın yanındaki Deniz Kafe’de yörenin yerlilerinden Recai Abi ile çekirdek çıtlaya çıtlaya izlediğimiz Hollanda-Slovakya maçı en çok keyif aldığım maçtı. Çünkü bu sefer sadece ekrana, sahadaki futbola odaklanmıştım. Son hafta boyunca Ljubljana, Milano, Münih’teki taraftar alanlarında izlediğim maçlar bir bir yazılması gerekenler olarak not edilmişti.


Hepsini yazmaya devam edeceğim. Dilerseniz simdi hikâyemize donelim.

Barcelona’da kalmıştık… 24 saatinizi de dolu dolu geçirebileceğiniz her gidenin bir gün geri dönmek isteyeceği bir şehir. Bu seyahatin en kotu tarafı ise böylesine güzel şehirlere hak ettiği vakti ayıramamak.

O yüzden “nerde hareket orda bereket” sözünü referans belleyerek geceyi La Rambla üzerinde bir hostelde geçirmeye karar vermiştim. Barcelona’nin en meshur hosteli Kabul’dur. La Rambla’dan sadece bir sokak otede bulunan Reial meydanindaki bu hostel sehre inen her sirtcantalinin kalmayi arzuladigi bir yerdir; kimileri bu mutluluga erisirken, bir cok sirtcantali da kapidan doner. Benim gibi… Gittim sordum, 3 gun boyunca yerimiz yok dediler. Hadi bakalim yeni hostel bul bulabilirsen.

Cadde uzerinde AWA Hostel diye bir yer buldum. Yorgunlugum nedeniyle pek tadim da yoktu acikcasi. La Rambla literaturunde ‘uyku’ diye bir kelime yoktur ama ne yapalim “Barcelona bu seferlik eglence degil dinlenme sehri olsun” dedim. Fakat Barcelona’dan heyecansiz ayrilmak da olmazdi tabii, sabah yine bir tren yakalama kosusturmasini anilarima kaydedecektim.
Uyandim, emanetteki cantami almak icin Barcelona Sants Gari’na gitmem gerekiyordu. Montpellier trenim ise 18 Euro’ya rezervasyon yaptirilmis bir trendi ve Franca Istasyonu’ndan kalkacakti. Yani treni kacirma ihtimalim % 51.

Metroyla ver elini Sants, aldim cantayi hemen girdim yine metroya. Franca Istasyonu’nun yer aldigi Barceloneta duragina gidene kadar benim yapabilecegim bir sey yok, her sey metronun kendi hizina bagli. Trene 5 dakika kala vardik duraga ama gar tam olarak nerde bilmiyorum. Allah’a emanet yani. O andan itibaren cek kameraya, Eurosport’ta Fransa Bisiklet Turu’nun yerine yayinla…

Benimle birlikte yan vagondan da 6 tane backpacker indi. Ayni anda start almis gibiydik. Hepimiz yanyana merdivenlerden paldir kuldur cikiyoruz. Neden Fransa Bisiklet Turu yerine yayinla diyorum, acik havaya ciktigimizda tam bir bisiklet etabina dondu durum. Onde iki kisilik kacan grup; biri ben. Arkada ana grup 5 kisi. Kos babam kos! Kacan grupta yanimda yer alan yolu biliyor gibi, ben de sormadan sorgulamadan onu takip ediyorum. Arada kafami arkaya ceviriyorum diger cocuklar geri kalmasin diye. Yanimdaki tempoyu basti, iyice kacacak. Ben de artirdim vitesi. Koseyi donduk, benim pil bitti. Neredeyse bayilicam, ac karnina koskoca cantayla sinirlari zorluyoruz. Yavasladim ve ana gruba katildim. 1 dakika icinde de gara vardik ama vagona yurumeyedahi derman kalmamisti. Tren oncesi kontrolden gecerken hepimiz bir takim gibiydik, el sikisarak birbirimizi tebrik ediyorduk. Unutulmayacak bir enstanteneydi. Cocuklarin nereli olduklarini sormama gerek yok; sirtcantalarina her Kanadali seyyah gibi bayragi ilistirmisler.

Onlarin rezervasyonu baska bir vagondaydi, buldum kendi koltugumu oturdum. Birbirimize iyi yolculuklar diledik. Koltuga oturur oturmaz ne guzel mis gibi uyumustum, Montpellier yolunda Port Bou’da siniri gecer gecmez hemen trene Fransiz polis geldi. Pasaportlara baktilar. Bu Fransizlar bir garip. Ulkeye yine trenle Belcika’dan veya Almanya’dan girince kimsenin bir sey sordugu yok, ama Italya’dan ya da Ispanya’dan giris yapinca illa ki bir “hop hemserim, nereye!” diyorlar. Italya ve Ispanya’daki gocmen nufusunun fazla olmasina bagliyorum ben bu kontrolleri. Deginmek istedigim baska bir konu da su; Ispanyollar yolculukta keyfine cok duskun arkadas. Bizim Montpellier treni gercekten cok konforsuz bir trendi ama adamlar o trene dahi bir bar vagonu koymus. Bir ugradim, iyi de is yapiyor…

Montpellier aktarmali Marsilya’ya vardigimda yavas yavas aksami yapiyorduk. Ugur’la rotaya Marsilya’yi yazmamizin amaci bu sehirdeki Cezayirli gocmenlerle birlikte Cezayir-Ingiltere macini izlemek istememizdi. Sehirde konaklayacagim kisi ise koyu bir Marsilya taraftari Arthur’du. Bolumden arkadasim Duygu’nun Tampere’deki Erasmus doneminden arkadasi Arthur’la dahaben yola cikmadan futbol muhabbetine girmistik. Turkiye’de de Besiktas’i destekliyor.


Sagolsun geldi arabayla aldi, hemen sordum Velodrome yakin mi diye. Gittik bir fotografimizi cekindik. Ardindan eve biraktik cantalari ve maci nerede izleyecegimizi konustuk. Ben mutlaka Cezayirlilerin arasinda izlemek istiyordum bu maci. Ama Arthur Marsilya’nin yerlisi olarak uyardi; “Arabayla gidicez, yenilirlerse hic affetmezler yakarlar arabayi marabayi”. Sonucta misafirim, “Patron sensin Arthur” dedim.

Bir saat kadar vaktimiz vardi ve Marsilya’ya tepeden bakan bir siteye, Arthur’un arkadaslarindan Aure’nin evine gittik. Ev demeyeyim, saray yavrusu! Laki Strayk’im elimde manzarayi seyrederken “Fransa’ya ne oldu?” diye sordum. Cocuklar Fransa’nin 2 macta eve donmeyi garantilemesine bir hayli bozulmuslar. Sorun nerede dedigimde de tek cevaplari vardi; “Domenech”. Hemen bir roportaj patlattim ikisiyle.


Aure’yle gece plajda gorusmek uzere vedalastik, biz Arthur’la Marsilya’nin en unlu Irlanda Bari’nin yolunu tuttuk; “O’Brady’s Irish Pub Marseille”. Mekandan iceri girer girmez gozunuz hemen tavana takiliyor. Ilk bolumda onlarca atki, ikinci bolumde formalar. Yarisindan fazlasi Marsilya formasi. Celtic formasi da bir hayli fazla.



O kadar formanin icinde tek bir PSG formasi var; sirtinda ne isim ne de bir numara yaziyor. Ezeli rakiplerine formasina “Fuck off” yazdirarak selam cakmis Marsilya O’Brady’s mudavimleri.


Ingiltere’nin su ana kadar uc macini da izleyebildim, ucu de birbirinden can sıkıcıydı. Biz de kendimizi Marsilya’nin iyi durumunu konusmaya verdik Arthur’la. Arada goz ucuyla maca da bakiyoruz tabii… Morientes’ten bir hayli sikayetci, bosuna para verdikleri gorusunde. Favori oyuncusu kaptan Niang. Gerets’in takimdan ayrilisi konusunu actigimda ise bayagi bir sinirlendi. “O sampiyonluk kacmamaliydi” diyor.

Neyse ki bu sezon gelen dublenin ardinda keyifler yerinde. Maci 0-0 bitirdik ve iyice geceyi yaptik Marsilya’da. Gece Euromed Marseille okulunun sehrin plajindaki toplasmasina davet etti Arthur. Gittik, gördük. Cocuklar yayılmıs kuma, sangria iciyorlar. Direkt kovanin icinden bardaga doldurup kana kana dikiyorlar kafaya. İkram ettiler sagolsunlar, hakkını vermek lazım tadını iyi ayarlamıslar. O gune kadar da, o gece de kiminle tanıştıysam ‘’Ne kadar süredir seyahat ediyorsun?’’ sorusuna cevabım hep ‘’Aslında ben bir proje icin yollardayım. Mesela Paris’te Fransa’yı, Köln’de Almanya’yı… Hatta bir sponsorum da var, Fa. ‘’ oldu. Ayrıca çektigim videolarda da mikrofon niyetine kullandığım bizim Fa Sport deosprey, tansıtıgım onlarca insana gostermek icin çantaya soka çıkara aşınmıştı bile. Bu arada sohbet devam ederken bir Fransiz ogrenci klasik bir konuyu açacak oldu; ‘’Yahu ne olacak Türkiye’nin bu Avrupa Birliği’ne girip girememe hadisesi’’. Çok kısa kestim bu sefer; ‘’ O günleri ne sen görürsün ne de ben. Bana temiz bir serbest dolaşım hakkı versinler, gel anlaşalım biladerim’’ dedim, kısa kestim konuyu.


O gece üniversite eğitimlerinden seyahat fırsatlarına kadar her şeyden konuştuk Fransız akranlarımla. Kızanların hepsi zehir gibi. Sohbet etmekten yorulduk adeta, çok geçe kalmadan dağıldık evlere.

9. gün sabahı yola ‘’Bugün Roma’ya ne kadar yaklaşabilirsem o kadar iyi’’ diye çıktım ama Nice’e vardığımda daha fazla gitmemeye karar verdim. Büyük hataymış. Ne denize girebildim, ne de plajda uyuyabildim. ‘’Keşke İtalya’ya bugünden girseydim’’ dedim, pişman oldum. Giderken bıraktığım asmalar üzüm müzüm olmamış, her şey aynı. Her yer turist kaynıyordu, kent esnafı da ayakta turist avlıyordu. Yağmur da yağdı tam oldu. Sadece Wayne’s diye bir barı önerebilirim. Genç nufüs bayağı iyi doldurmuştu orayı. Az durdum, sabah trenleri için gara geçtim.

Sabah ilk trenle önce Monte Carlo, sonr İtalya’nın Fransa sınırındaki kasabası Ventimiglia… Öğleden sonra da Roma... Bir sonraki yazıda.

Mustafa, Çeliktepe.

Not: Çektiğim görüntüleri ve bazı fotoğrafı kullanarak beşer günlük klipler yapmaya devam ediyorum. Futbol Tutkusu Avrupa Yolcusu Facebook sayfasında 5.-10. günler arası hatıraları içeren 2. klip hazır. Ayrıca Almanya'nın İngiltere'ye attığı 4. golün ardında Münih Olimpiyat Stadı'ndaki 30000 kişinin sevinci de görülmeye değer. Keyifli izlemeler...

Hiç yorum yok: