(Üzerimdeki yıllara mekan okuyan tshirt için kadim dostum Doğan Yağcı'ya teşekkürlerimle... Yola çıktığımda, hep ilk gün bu tshirtü giyerim, bir toteme döndü sayılır artık)
Yoğunluktan Beyrut’a dair çok şey okuyamadım yola çıkmadan
önce. Daha önceki seyahatlerimizde dersimize çok iyi çalışmıştık, bir de
böylesini deneyelim dedik. Ama eşe dosta “Aga bu Beyrut’ta ne yapılır, ne
edilir?” diye sorma da ihmal etmedik tabii…
Giderken ne yapacağını bilmiyor olmak insanın içinde bir
tedirginlik, ama çok daha fazlasıyla da özgürlük hissi doğuruyor. İşte bu
kafayla 27 Nisan Cuma 11.20’de Atatürk Havaalanı’ndan “Ver elini Beyrut!”
dedik.
Çanakkale-İstanbul gece 1 otobüsü yolculuklarından bünyede
refleks haline dönüştü yıllardır yolda uyumak, nitekim Lübnan’a doğru
yükseklerden yol alırken de aynısı oldu. Uçak havalanınca hemen uyuyakalmamak
için direndim. Middle East Airways konforuyla seyahat etmenin tadını
çıkarırken, ikram edecekleri yemeği de kaçırmak istemiyordum. Ama gel gör ki
ikramda sınıfta kaldı MEA; ekmek arası kaşar, ekmek arası salam (farklı
ekmeklerde vermesi ekmeğe abanmak adına artı yazar), kutu portakal suyu, dilim
baklava maklava… Karıncağızımı doyurduktan sora vurdum kafayı. Bir ara gözümü
açtığımda hostes abla sıcak servisi yapıyordu, dedim “Hadi bu da kaçıversin
bari.” Yoksa tarihimizde yoktur ki yolda ikram edilen bir şeyi eksik alalım;
Çanakkaleliyiz…
Koridor sırasında uçtuğumdan dolayı inişte şehri pek
göremedim ama azıcık gördüğümle de olsa şunu fark ettim ki; dalgakıran gibi bir
kara parçasının üzerine iniyoruz. Doğru muyum değil miyim google maps’ten
bakarız.
Beyrut-Rafic Hariri Uluslar arası Havaalanı biraz küçük
geldi gözüme. İnişin ardından pasaportu geçtiğimde uğradığım duty free’deki
Malbuş fiyatları da… 2 kartonu 29 dolar, almayanı dövüyorlar!
Siz gelen yolcu bölümünde belirir belirmez, taksici abiler
AŞTİ çığırtkanları gibi damlıyor hemen başınıza “Taksiii, taksiii” diye. Küçük
havaalanında telefon hattı için tek dükkan bulunduğundan henüz bir sim kart
alamadım. Çarşıdan alacağım. Turist bilgi ofisine gidip, şehir merkezine nasıl
giderim diye sorduğumda da “kırmızı plakalı taksilere bineceksin, onlar ‘mini
bus’ ” cevabını aldım.
Çıktım kapıdan gidiyorum kırmızı plaka bulmaya, ama meğersem
onlar da bizim taksici abilermiş. Dışarıya adımımı atar atmaz abinin biri yine
kitledi beni “Gel güzel kardeşim bizde ucuz” diye. “Kaça götürüyorsun abi?”
dedim, “20000 Livre” dedi. İyi dedim, tamam geliyorum…
Taksiye biner binmez arka koltuğa da bir kadın müşteri aldılar. Beyrut’ta taksilerin bu şekilde çalıştığını duymuştum, adamlar yol üstünde de kenardaki herkese soruyor “nereye gidiyorsun?” diye, istikamet aynıysa alıyor arabaya.
Arabadaki kadın müşteriyle “Noooluyoruz? Nerdeyiz?” diye
etrafa bakınırken taksici abinin makarasını yapmaya başladık. Ön koltuktayım,
araba kim bilir kaç model, sohbet makara kukara şehir merkezine doğru
ilerliyoruz. Kimsindir nerdensin derken, İstanbul’dan geldiğimi söyleyince hanfendi
“Ben Türkçe biliyor” diyerek kanalı değiştirdi ve başladı Türkçe konuşmaya. Kendileri
Marmara Üniversitesi’nde Fransızca hocasıymış.
Taksici abimiz ise çakalın önde gideni çıktı, bizim hocayı
oteline bırakırken baktım 20 Euro alıyor. Herkese başka pazarlık yani… Bizim
hostele varana kadar da elleriyle trafikten yakınıyor, ama trafikte kural tanımazken
“datt datt” basıyor kornaya bir yandan.
Beyrut sokaklarını şu ana kadar sadece arabanın ön
koltuğunda, sağ kolum dışarıda, açık camdan “saçlarını savurursun, rüzgarlara
bırakırsın” modunda gördüm. Önümüzdeki günlerde tarihine, kültürüne gireceğiz
tabii ki. Ama şu saate kadar gözlemlediğim şudur: Burası küçük Eminönü…
Akşama ne yapacağım bilmiyorum, çıkar dolaşırım. Hostelde
Türkler var, onlar da çakal hostel sahibiyle pazarlık kovalıyorlar. Hostel
sahibi de Mrs. Hala, Hala Abla… Şimdi bir çay koydu içiyoruz. Makaraya
sarıyorum onu da…
Bir de Hala Abla’nın yardımcısı var, Sarit. Polat Alemdar’ın büyük ‘fanboy’u. Hostelin altındaki nalburun önüne tabure atıp sohbet ederken onu kafaya almadan da olmaz hani. Hostelin altında nalbur mu olur ya?
Herneyse… Bizim işimiz budur; gezmek, makara. Makara
yaparken gezmek, gezerken makara yapmak…
Yeni izlenimlerle görüşmek üzere.
Mustafa, Beyrut.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder